7 Ağustos 2012 Salı

ILLUMINATI AND PICTURES

AYDINLATILMIŞ OLANLAR Illuminati, ‘Aydınlanmış Olanlar' anlamına gelmektedir. Topluluğun kuruluş amacı cehaletle, baskıcılıkla ve kilisenin dogmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de, daha sonraları gizli siyasi amaçları olduğu öne sürüldü. İlluminati dünya siyaset tarihinin belki de zaman içerisinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır.


Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 2
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 3
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 5
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 4
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 7
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 6
Dünyanın Gizemli Tarikatları
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 8
Dünyanın Gizemli Tarikatları
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 10
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 11
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 12
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 13
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 14
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 15
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 16
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 17
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 18
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 19
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 20

Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 21
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 22
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 23
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 24
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 25
Dünyayı Saran Tehlike: İLLUMİNATİ 26

28 Haziran 2012 Perşembe

Türkiye ile Suriye arasında savaş çıkarsa...

Sabah Gazetesi yazarı Okan Müderrisoğlu, Suriye ile yaşanan "jet krizi" sonrası iktidar kulisindeki son durumu yazdı ve kritik noktalara dikkat çekti. Yaz tatiline girmeye hazırlanan TBMM'de, iktidar kulisindeyiz. Telefonlar susmak bilmiyor. Adana, Gaziantep, Kilis, Osmaniye, Şanlıurfa'dan arayan arayana. Milletvekilleri, bir yandan vatandaşın "Ne olacak?" sorusuna cevap vermeye diğer yandan jet krizinin arka planını öğrenmeye çalışıyor. Yöre esnafı tedirgin. "Aman çatışma çıkmasın, işlerimiz durur!" diyor. İşte bu mesaj trafiği Ankara'nın, Esed rejiminin saldırganlığına karşı vereceği tepkinin ana hatlarını belirliyor... "Ekonomi boyutu, terör riski, Müslüman ülkeyle çatışma ihtimali, Ortadoğu dengeleri, Türkiye'nin bölgesel imajı, Esed'i destekleyen ülkelerin hesabı" ayrı ayrı masaya yatırılıyor. Son 72 saat içinde gerek Başbakanlık'ta gerekse Genelkurmay'da stratejik analizler de yapılıyor. Kimliği belirli, silahsız Türk keşif uçağını düşmanca tutumla vuran füze bataryalarının nokta operasyonla imha edilmesi seçeneği bile değerlendiriliyor! İşte burası çok önemli. "Tetiği çekeni değil çektireni gözeten bu yaklaşım" anlık tepki verilmesi yerine soğukkanlı tavır almayı gerektiriyor. "Esed'in ve arkasındaki güçlerin oyun planını bozalım. Yerini, zamanını ve yöntemini bizim tayin edeceğimiz misillemeye hazırlanalım" görüşü ağır basıyor. *** Şu bir gerçek ki Türkiye ile Suriye arasında bir savaş muhtemelen kısa süreli olur ama etkileri yıllarca sürer. * Ankara'nın "Yumuşak güç" politikası sarsılır. * Arap Baharı coğrafyasında "ilham kaynağı Türkiye" algısı tersine döner. * Tasfiye sürecindeki Beşar Esed'in siyasi ömrü uzayabilir. * Dikkatler, Suriye'deki katliamlardan Türkiye'yle gerilime çevrilir. * Doğu Akdeniz ısınır. Tek taraflı manevrayla Kıbrıs açıklarında İsrail'le ortaklaşa doğalgaz arayan Rum Yönetimi'nin, "Türkler kaba kuvvet yanlısı" tezi prim yapar. * Kürecik'teki NATO radar üssü nedeniyle rahatsızlığını gizlemeyen İran, Irak, Lübnan ve Suriye'yi kapsayan "şia ekseni" pekişir. * Soğuk Savaş döneminden bu yana Afganistan, Irak ve Libya'yı kaybeden Rusya, "sıcak denizleri kontrol" çabasıyla Esed'e daha fazla sahip çıkar. * Rusya, hem İncirlik'i ve Kıbrıs'ı hem de enerji koridorlarını kontrol ettiği Lazkiye'deki deniz üssünü büyütüp, bölgeye iyice yerleşir. * İsrail, Esed'in yerine ikame edeceği kukla yönetimi bulana kadar mevcut statükodan yana duruş sergiler. Haberin kaynağı » samanyoluhaber.com

7 Haziran 2012 Perşembe

Erdoğan: Kürtaj cinayettir

Başbakan Erdoğan nüfus konferansında bir konuşma yaptı. Sezaryanla doğuma karşı olduğunu söyleyen Erdoğan, "Kürtajı cinayet olarak görüyorum" dedi. Erdoğan, konuşmasında Suriye'deki olaylara da değindi. İlişkili fotoğrafları göster Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kürtajın cinayet olduğunu söyledi. Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programının uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı oturumuna katılan Erdoğan burada bir konuşma yaptı. Sezaryenle ilgili doğumlara karşı olduğunu hatırlatan Erdoğan, kürtaj ile ilgili ise sert ifadeler kullandı: "Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok." 'MAÇ SEYRETMİYORUZ' Erdoğan, konuşmasında Suriye'de yaşanan olaylara da değindi, şiddette kayıtsız kalınmasını sert bir dille eleştirdi. Erdoğan, konuyla ilgili şunları söyledi: "Biz futbol maçı seyretmiyoruz beyler. Bir dramı, bir trajediyi, maalesef izlemek zorunda kalıyoruz. Burada çocuklar, savunmasız kadınlar, yaşlı insanlar öldürülüyor. Boğazları kesilerek öldürülen insanlar var burada. Bunu mu izleyeceğiz? Bunu mu seyredeceğiz? Buna kimse 'Ben duymadım' diyemez, duyarsız kalamaz. Elini uzatmak durumundadır ve buna mecburuz." Bugün birçok ülke, gelişmiş insan hakları, ileri standartlarda demokrasi ve yüksek refah seviyesiyle yaşarken, maalesef farkına varmadan, sınırlarına sanal duvarlar çekebiliyor. Kendisi için, kendi halkı için, evrensel insani değerleri, demokrasiyi ve refahı bir hak olarak gören ülkeler, yanı başlarında ya da yakın coğrafyalarda yaşanan trajedileri, adeta bir gerilim filmi izler gibi sadece izlemekle yetinebiliyor."

18 Mayıs 2012 Cuma

İlluminati ve masonluk

Yanlış anlaşılan 3 nokta:

1) Görüşlerimin değiştiği yok, bırakın Illuminati'yi Aydınlıkçı felsefe bile insanlığın en üst seviyede yaşaması için birleşmesi gerektiğini söyler, buna göre tek din, tek bir devlet, tek bir millet var olmalıdır. Ama siz tutturmuşsunuz bir "Tek Dünya Krallığı" diye... Illuminati'nin Yahudi olmadığını hala anlayamayıp, en büyük amaçlarının Büyük İsrail'i kurmak olduğuna inanan komplocularsınız.

2) Aydınlıkçılar Illuminati ile savaşmaz zaten, sadece izler, karışmazlar. Ama siz savaşırsanız yardımcı olsun diye bildirge hazırlıyorlar.

3) http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C5%9Frakilik



Not: Bana gelince, ben görüş olarak hiçbiri değilim. Dediğim gibi her şeye sorgulayarak ve mesafeli yaklaşırım.




___Konuyla İlgili 12 Tane E-kitap___

İçerik

Aydoğan Vatandaş – Haarp(Kıyamet Teknolojisi)
Aytunç Altındal - Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri
Ergün Poyraz - Takunyalı Führer
Ergün Diler - Şato
Ergün Poyraz - Musa'nın Gül'ü
Ergün Poyraz - Musa'nın Mücahidi
İ.Yaşar Hacısalihoğlu - Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye
Mahir Kaynak/Ömer Lütfi Mete - Erdoğan Operasyonu
Mahir Kaynak - Büyük Ortadoğu Projesi
Nevzat Tarhan - Psikolojik Savaş(Gri Propaganda)
Ömer Lütfi Mete/Mahir Kaynak - Derin Pkk Büyük Oyunun Gizli Kodları
Tuncar Tuğcu - Masonların Saklı Tarihi

İNDİR

(Alıntıdır,tarafımdan derlenmiş ve yüklenmiştir.)

Konuyla ilgili elimdeki e-kitapları topluca yüklemek istedim. Neticede her bir kaynak olaylara farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor.

___6 KİTAP DAHA___



İçerik

Aydoğan Vatandaş - (Armagedon)Türkiye-İsrail Gizli Savaşı
Banu Avar - Böl ve Yut
Harun Yahya - Tapınak Şövalyeleri
Merdan Yanardağ - Bir ABD Projesi Olarak AKP
Serge Hutin - Gizli Cemiyetler

İNDİR
Gizli Dünya Devleti İNDİR 
(http://sionvadisi.net/diger/blog 'dan Alıntıdır.)

___3 Kitap___


İçerik

Antony C. Hutton - Amerikan Gizli Hükümeti (Kurukafa ve Kemikler)
Necip Fazıl Kısakürek - Yahudilik-Masonluk-Dönmelik
Ergun Candan - Antik Mısır Sırları

İNDİR



İNDİR


İndir


İndir

Konuyla İlgili Bazı Linkler

http://mediaexposed.tumblr.com/
http://forum.davidicke.com/index.php
http://michaelsikkofield.blogspot.com/
http://davidrakifeli.blogspot.com/
http://emre1974tr.blogspot.com/
http://dabb-escobar.blogspot.com/
http://selamordaki.blogspot.com/
http://manyetikmavi.com/sozun-ozu/fi...-5-beatles.php
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php
http://illuminatioyunkartlari.blogspot.com/
http://akademim.blogspot.com/2011/06...embolleri.html
http://melankolikasalet.blogspot.com...max-results=11
http://bunlarbabadanogulanesilherhal...max-results=38
http://islakcimenler.blogspot.com/

LOZAN'DA OYNANAN OYUN




Hılâfet’in ilgasını intaç eden siyâsî manevra. Lozan Konferansı esnasında tezgâhlanmıştır ki, bu hususa dâir işbu eserin birinci cildinde oldukça tafsilât verilmiştir. Orada yazılanları tekrarlamamak için burada plânın mantığını tebarüz ettirmekle iktifa edecek ve okuyucularımızdan o kısmı tekrar gözden geçirmelerini rica edeceğiz.

İsmet Paşa Lozan’a gittiği sırada M. Kemâl Paşa Türkiye’de halife olmak temayülü içinde bulunuyor ve bu temayülü ifâde eden beyan ve hareketleri açıkça icra ve ifâdan ictinâb etmiyordu.

Biraz aşağıda “ilganın fiilen gerçekleşmesi” keyfiyetinin izahı sadedinde bu babtaki faaliyetlerin tafsilâtını nakledeceğiz. Aynı şekilde İsmet Paşa da Lozan’da Hılâfet’in muhafaza edileceği kanaatini uyandıran beyanatlar veriyordu ki,bunlardan bir iki misâli evvelce zikrettik.

İngiliz Hâriciye Vekili Lord Gürzon Hilâfet mevzuunda yeni Türk idarecilerinin takındıkları bu lavn görünce arada bir, onları yoklamaktan da geri durmuyordu.Lozan zabıtları dikkatle incelendiğinde, Lord Gürzon’un kasden bazı islâmî mevzulara temas ettiği, bununla, Türk Başmurahhası’nın hissiyatını yoklamak maksadını lakibettiği açıkça görülür. Bunlardan biri olarak öteden beri “mesned-i hilâfet” kabul edilen “Emânât-ı Makaddese” nin ve bu meyanda meşhur Medine müdafii Fahreddin Paşa’nın emniyyet mülahazasıyla Medine’den İstanbul’a naklettirdiği dinî ve tarihî kıymeti haiz bir kısım eşyanın yerlerine iadesinden dem vuruyor ve bu taleb İsmet Paşa’nm dini bütün bir müslüman ve bir nevi halife murahhası ölçüleri içinde hışımla cevap vermesine sebep teşkil ediyordu.

Bu yoklamalardan sonra Lord Gürzon müzâkereleri çıkmaza sokmuş, sulhun imkânsızlığına dâir beyanlarda bulunmaya başlamıştı. Bununla da iktifa etmeyerek İnönü’nün “müşavir” sıfatıyla Lozan’a götürdüğü meşhur hahambaşı Haim Naüm Efendi’yi İsmet Paşa’ya göndermiş ve “eski taahhüdleri istikametinde kalarak Hilâfeti ilga etmemeleri hâlinde sulhun imkânsızlığı “O’na açıkça söylemişti.

Sulhun gerçekleşmesi için Hılâfetin ilgâsı şart koşulunca,Türkiye’den ayrılmazdan önce bu müessesenin muhafaza edilmek istendiğini bilen,hatla M-Kemâl Paşa’nın halife olmak arzusunu taşıdığına vâkıf bulunan İnönü, “Böyle bir şeye re’sen karar vermek selâhiyetini hâiz (bulunmadığını”söylemiş ve Haim Naum Efendi’yi, mes’eleyi bizzat M. Kemâl Paşa’ya anlatmak üzere Türkiye’ye gitmesini tavsiye etmişti.

Bu sırada M. Kemâl Paşa İzmir’de toplanacak olan ” İktisad Kongresi” nde bulunmak üzere Ankara’dan yola çıkmış ve her gittiği yerde Hılâfeti göklere çıkaran konuşmalar yapa yapa İzmir’e vâsıl olmuştu.İşte, İzmir’e gelmiş ve henüz İktisad Kongresindeki konuşmasını yapmamış bulunduğu bir sırada Haim Naum Efendi kendisine mülâki olmuş ve Lozan’da Hilâfet mes’elesi etrafında teessüs eden karar ve niyeti öğrenmiştir.

Böylece Hılâefet muhafaza edilmek istenildiği takdirde sulhun gerçekleşemeyeceğini anlayan, halbuki tasarladığı inkılâb hareketleri için biran önce sulha nail olmak hususunda dehşetli bir isticali bulunan Kemal Paşa İzmir’de artık mukavemetten vazgeçmek kararına varmış ve bu kararı fiiliyata döken iki icraatı derhal orada gerçekleştirmiştir.

Bunlardan birisi İzmir İktisad Kongresi’nde söylediği ve yol boyunca irad ettiği nutuklarla tezad teşkil etmek üzere Hılâfet’i tahkir eden sözlere yer vermesi diğeri de askerin, yorgunluğunu ileri sürerek silâh altındaki efradın büyük bir kısmını terhis eylemiş bulunmasıdır.

Bununla sûlhü Hilâfet’ten vazgeçmemek kaydıyla gerçekleştirmek istikametinde hareket etmeyeceğini, kısacası Haini Naum vasıtasıyla kendisine teklif edileni kabule meylettiğini fiilen göstermek işlemiştir. Sonra da bu kongreyi idare etmesi mevzubahis olduğu halde, bunu Kâzım Karabekir Paşa’ya terk ve havale ederek geri dönmüştür ki, bu seyahat ve harekât utrzından ileride tafsilatıyla bahsedilecektir

Eskişehir’de Lozan’dan dönen İsmet Paşa’ya mülâki olan ve O’nunla birliktetrenle Ankra’ya gelen M. Kemal Paşa, yolda mes’elenin tafsilatım öğrenmiş veartık Hilâfet mevzuunda tamamen rota değiştirmiştir. Bu değişikliğin fiilî emarelerinden biri de henüz tasfiye edilememiş bulunan Meclis’teki “İkinci Grup ” un zoruyla icra edilen “gizli celse” deki sözlerin en hayali bir kısmını ifşa etmek üzere kasden seyahate çıkmış bulunmasıdır.

O sözler Türkiye’nin Musul mevzuunda daha fazla mukavemeti göze alamayarak yani İngilizlerle harbe cür’et,edemeyerek gerekirse burasından vazgeçmenin lüzumuna dâirdi. Gizli celsedesarfedilmiş bir sözün, izhar edilmiş bir kanaatin, Konya’da gazetecilere alenen ifâdesi ne menem şeydi? Bu sözler binbir entrika ile Lozan’daki konferans müzâkefelerini inkıtaa uğratmış bulunan ve bu taktik ve siyâsetin ne şekil alacağını görmek üzere ses dinlemeye koyulan Lord Gürzon’a karşı uzaktan yükseltilmiş bir nevi teslim bayrağı gibiydi.

Bu teslim bayrağının Türk siyâset ufkunda dalgalanışı nihâî olarak 3 Mart 1924′te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndevâki’ olacaksa da O’nun sırrı ve gayrı resmîsi daha önce böyle ve defaatle gerçekleşmişti

.Bu andaki taktik “Hılâfet’in ilgası” hususundaki eski taahhüdlere sâdık kalınacağı garanti edilmekle beraber bunun ancak II.Meclis’te gerçekleşebileceğine İngilizler’i ikna etti.

İşte bu gibi sebeplerle ortaya çıkan bu teslim oluşun bâtını veçhesine daha fazla yer vermek imkânı -şimdilik- mevcud olmadığından zahirde cereyan eden ve Hılâfet’in ilgâsıyla neticelenen hâdiselerin panoramasını takdim etmek istiyoruz…….

Kaynak:Lozan Zafer Mi Hezimet Mi Cilt 3 – Kadir Mısıroğlu

İLLUMİNATİ çocuklarada bulaştırdılar


İlluminati'nin Akrabalığı



BU KİŞİLERİN AKRABA OLDUĞUNU BİLİYORMUYDUNUZ!?..KAYNAK;İNGİLTERE TARİHİ AKRABALIK CEMİYETİ...PLAYBOY'UN SAHİBİNDEN KAZIKLI VOYVODAYA KADAR UZANAN SİMALAR. VE BU SOYUN DAYANDIĞI HANEDANLIK

videoyu izleyin

http://www.facebook.com/video/video.php?v=198294740258109

Mezhep İmamları deyip geçmeyin.. Önce araştırın iyice..


 
O Adamlar ki Selam olsun onlara... Kur-an ı ezbere bilirler.. hafızalarında Binlerce Hadisi ezbere tutarlardı.. Önüne versem okumaya kokarsın o kişilerin ALLAh ın izni ile akıllarında tuttukları bilgileri...

İşte onlar bir işe bakar iken tüm bu bilgi süzgeçinden geçirirlerdi işi.. Şimde sen ey kişi.. daha ezbere bir kaç ayet bilirken

NE DEMEYE HADDİNİ AŞIYORSUN.. DUR HELE... DAHA DUR BİR SAKİN OL... Bu yol uzun bitmez.. az bir bilgi ile hemen göklere çıktım çözdüm zannetme yanılırsın..

DÜŞÜŞÜN ÇOK SERT OLUR VE ÇOKÇA AĞLARSIN..!!!

Ünal Şafak Ekmekci (Şaman Simyacı)

İntikam duygularım






Hiçbiri kişisel bir sorun değildi benim için. 28 Şubat süreci devam ederken öfke doluydum.

Ülkemin maruz kaldığı muameleye isyan ediyordum. Tek tek bildiğim ve gördüğüm hikâyelerde, masum ve savunmasız insanlara yapılan haksızlıklara, zulümlere tahammül edemiyordum. Geri, ilkel bir devlet haline gelişimize kızıyordum. Kaba gücün hakim olmasına, entrikalarla, tezgâhlarla ortalığa nizam veren ahlâksızların sözünün geçer akçe haline gelmesine dayanamıyordum. İntikam duyguları ile doluydum; çünkü ülkeme ve gelecek nesillere karşı sorumluluk taşıyordum. Sorumluluğunuzun gereğini yerine getiremezseniz, öç alma duygularınız büyür. Ortada görülmemiş bir hesap dururken. Üstelik bir güzel ismi de "Müntakîm" olan Allah'a inanıyorum.Hâlâ aynı duygularla doluyum. 15 yıl boyunca, 28 Şubat'ın faillerine ve destekçilerine karşı intikam duyguları besledim. Bu hesabın ahir ömrümde kapanmayacağı endişesi, intikam duygularımı azaltmadı. 28 Şubat'ın anlı-şanlı generallerinin, sivil toplum bezirganlarının, anlı şanlı kalemlerinin insan içine çıkamayacak hale gelmesi, öfkemi dindirmedi.Ben rövanşın alınmasını istiyorum. Bu milletin âhının darbecilerde kalmamasını, intikamının alınmasını bekliyorum. İtiraf ediyorum: Darbeler tarihimizin en pespaye darbesinin mahkeme önüne gelmesi, bu ülkenin vatandaşı olarak beni mutlu ediyor. 28 Şubat döneminde devlet, ordu, medya, sendikalar işbirliği içinde dev bir suç örgütüne dönüştü. Bu suçların tamamının aydınlanmasını, suçluların en ağır cezalara çarptırılmasını bekliyorum. "Dar tutulsun", "cadı avına dönüşmesin" itirazlarına da bozuluyorum. Kim suç işlemişse, kim bu insan hakları katliamında rol almışsa karşılığını alsın. Müstehakını bulsun. Nereye uzanıyorsa gidilsin. Benim gibi intikam duyguları ile son 15 yılı geçirenlerin yüreği soğusun.Ben intikam istiyorum. Hem de en şiddetlisini... Neden mi? Çünkü Türkiye'nin şu rezil darbeler döneminin bir daha açılmayacak şekilde kapanmasını istiyorum. Elindeki silahı, üstündeki üniformayı, oturduğu makamı amacı dışında kullanan, çevresindekilerin gazı ile baştan çıkan zorba darbecilerden bu ülkenin artık kurtulması lâzım. Bana düşen darbecilere ve darbeye karşı öfkemi göstermekten ibaret. İntikam duygularımı görsünler, bu ülkeye ne kadar kötülük yaptıklarını, insanları nasıl çileden çıkardıklarını anlasınlar.Hepimizin intikam alma hakkı var. Meşrû ve insanî bir hak bu. Ben duygularımı ifade ederek intikamımı alıyorum. Doğrudan zarar görenler davaya müdahil olarak intikamlarını alacaklar. Hukuk devletinde yaşıyoruz. Bizim adımıza hesabı yargı soruyor. Bizim adımıza gözleri bağlı yargının devreye girmesi, doğal intikam duygularımız yüzünden. Hukukun en temel prensibidir: "İnsan kendi davasının yargıcı olamaz." Çünkü intikam duyguları ile ölçüyü kaçırır. Ben intikam duygusu ile hareket edeceğim, adalet dengeyi bulacak. Kararı ben değil yargıçlar verecek.28 Şubat, işbirlikçileri ile birlikte en geniş kadrolu darbe olarak yapıldı. Batı Çalışma Grubu etrafında savcılığın yürüttüğü soruşturma, devlet içinde oluşturulan bir çeteyi hedef alıyor. Tutuklamalar sanıldığı kadar genişlemez. Yasaları dolanıp ahlâk kurallarını çiğneyen bir sürü güç ve iktidar sahibi hâlâ hayatta. BÇG bir fitne ve fesat merkezi idi. Deşifre edilmesi işbirlikçilerinden oluşan geniş bir listeyi önümüze delilli-ispatlı olarak çıkartacak. Onları da kamuoyu yargılayacak.İntikam çok güçlü bir duygu. İnsanı diri ve tetikte tutuyor. Üstelik gözlerde çakmak çakmak biriken mağdurun öfkesi, haksızlık yapmaya niyet edenleri durduruyor.28 Şubat'ın rövanşı alınıyor. Ne güzel! Bu dünyada alacak verecek kalmıyor.

AYASOFYA

 
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! 
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi, 
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!... 
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...

Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...
Kur'an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!...
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...

Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!...
Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...

Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bnir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...

Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...

Mahzun Ayasofya



 
Tarihler 29 Mayıs 1453’ü gösterdiğinde yepyeni bir devrin kapısı açılmıştır. O gün Kâinatın Efendisi’nin (asm) bir mucizesinin tahakkuk ettiği gündür aynı zamanda: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fethedecek kumandan ne güzel bir kumandan ve onun ordusu ne güzel bir ordudur.” (Kenzül Ummal 14/219, Müstedrek-ül Hâkim 4/422.) güzel kumandan ve güzel ordusu İstanbul’a Salı günü dahil olur...
Fatih’in Ayasofya kilisesine girince ‘Secde-i şükrân’a kapandığı ve ondan sonra da iki rek’at namaz kıldığı ve ilk ezanın da işte o sırada okunduğu rivayet edilir: Artık Ayasofya katedral değil camidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun azametli devrinde riayet edilmiş eski bir an’ane vardır: Ordu içeri girip burçlara bayrak çekilirken, surların üstünde ezan sesleri yükselir ve şehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk Cuma namazı bu ilk camide kılınır. Kilise devrindeki ismini fetihten sonra da muhafaza eden ‘Ayasofya Camii’ işte bu sebepten dolayı İstanbul fethinin en büyük sembolüdür. Ayasofya’nın kiliseden camiye çevrilmesi üç günde tamamlanmıştır.
LÂNET DUASI
Ayasofya camiye çevrildikten sonra, Sultan Fatih Muhammed Han buraya vakıflar tahsis etmiş ve devamlı bakımlı olması için 62 vazifeli tayin etmiştir. Artık yaklaşık beş yüz sene burada mukaddes vazife ifa edilecektir. Hazret-i Peygamber (asm) harika mucizesiyle 800 sene evvelinden İstanbul’un fethini haber verdiği gibi; Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri de kendisinden 500 sene sonra Ayasofya’nın puthaneye çevrileceğini kerametvâri bir nazarla görmüş ve bunu yapanlara lânet duası etmiştir. Fatih vakfına ait vakfiyede şunlar yazılıdır:
“Kim bu vakfiyenin bir şartını değiştirir, fasit bir te’ville, dalavereyle vakıf hükmünü yürürlükten kasteder ve aslını değiştirir, füruuna itiraz eder veya bunları yapana yol gösterir ve yardım eder veya kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar veya sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler ister, yahut onu kendi hesabına geçirirse haram işlemiş olur, günah kazanır. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların ebediyen la’neti onun üzerine olsun. Azapları hafiflemesin. Kıyamet gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunu işittikten sonra değiştirirse, günahı değiştirenlerindir. Allah işitendir, bilendir. Bu vakfı değiştirmeye, bozmaya girişen kişi ölümü, sekeratı, kıyamet sahnelerini ve karanlığını, kabri ve yalnızlığı, münkeri ve heybetini, nekiri ve soracaklarını, Âlemlerin Rabbi huzurunda duracakları günü hatırlasın. O gün hiçbir kimse hiçbir şeye sahip değildir. O gün bütün işler Allah’a aittir.”
“KAHROLSUN GÂVURLAR”
450 sene sonra... İstanbul işgal altındadır. Sultan Vahdettin Han Hazretleri, İngilizlere dostmuş gibi gözüküp Anadolu’da milli mücadelenin teşekkülü için var gücüyle çalışmaktadır. Bir Fransız taburu Harbiye nezaretinden aldıkları izinle Ayasofya’yı teslim almak için harekete geçmiştir. Lâkin gizli bir emir Binbaşı Tevfik Bey’e ulaşır. Tevfik Bey hayatını ortaya koyar ve Fransızlara Ayasofya’yı teslim etmez.
Anadolu’daki milli mücadele avn-i İlâhî ile zaferle neticelenmiş, Sultan bu saadetli günü Ayasofya’da dua ve şükürle geçirmek ister. Ayasofya hınca hınç doludur. Tablo, muhteşem ama bir o kadar da mahzun bir tablo. Ecnebî Sinyor Piyetro Quaroni anlatıyor:
“Mihrabın yanında bu mü’minler kalabalığının önünde O, tek başına duruyordu. Başında gri bir kalpak vardı. O... Majeste Altıncı Mehmed... Osmanlıların İmparatoru, mü’minlerin emiri, zıllullahi fi’l-arz, krallar kralı, sultanlar sultanı, âlemdeki hüsrevlere taçlar dağıtan ve daha nice unvanlara sahip sultan... Cemaat halinde eda edilen İslâmî ibadet, yani namaz kadar ihtişamlı bir manzara olamaz. Bütün mü’minler hep birlikte secdeye varıp alınlarını yere değdirdikleri anda, kumsala gelip parçalanan dalgaların gürültüsü gibi bir ses yükselir. Ulemâdan bir zat minberde birkaç basamak yükseldi. Ben uzaktan onun sadece ak sakalını ve kocaman beyaz sarığını görebiliyordum. Kulaklarım ara sıra bir kelimeyi farkedebiliyordu. Ama etrafımı saran halkın ne derece kendinden geçmiş ve alevlenmiş olduğunu hissediyordum. Ve hutbe biter bitmez bu halktan korkunç bir haykırış yükseldi:
“Kahrolsun gâvurlar!”
Ve şu anda kendimi yalnız ve daha da fazla gâvur bulan ben, itiraf ederim, hiç utanmadan itiraf ederim ki, ben de tıpkı onlar gibi gırtlağım yırtıla yırtıla haykırdım:
- Kahrolsun gâvurlar!
Birdenbire bir komutla camide ince bir yol açıldı, Sultan, Ayasofya’dan ayrılıyordu. Yanımdan geçerken dikkat ettim: Başını biraz sağına eğmiş, gözlerini hafifçe yummuş, dua okur gibi bir hali vardı. Dirsekleri hâlâ bükülmüş, avuçları hâlâ kıbleye doğru açıktı. Yüzü çok sararmıştı; İstanbul hâlâ işgal altındaydı...” (Ayasofya, Hüseyin Yılmaz, Timaş Yay., İstanbul 1991.)
VE KARANLIK YILLAR...
Ayasofya 24.11.1934 tarihli ve 2/1589 sayılı, Resmi Gazete’de neşredilmeyen, kanunlar ve o zamanki anayasa karşısında hiçbir geçerliliği olmayan bir Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilir. Bundan böyle, o uğruna pek çok şey feda edilen, adına destanlar, şiirler yazılan; padişahlara, imparatorlara mabed olan, fethin sembolü Ayasofya bizim değildir. Biz Ayasofya’yı, Ayasofya bizi kaybetmiştir artık. Ayasofya ile birlikte kaybolan özümüz, imanımızdır...
Ayasofya mahzun, içinde namaz kılınmadığına... Ayasofya mahzun; Fatihler, Akşemseddinler yetişmediğine.. Ayasofya mahzun, hafızların sesini işitmediğine... Beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine kendisini tekrardan çevirecek nesillerin henüz gelmediğine mahzun Ayasofya...

LOZAN'DA KAYBETTİKLERİMİZ

Türklerle Kürtleri Kim Ayırdı?



 
Lozan Andlaşması’nda bütün sistem müslim-gayri müslim ekseninde kurulmuştur. Yani Lozan’da “müslüman milleti” ve gayri müslimler vardır. Lozan mevzuunda yerli yersiz zırt pırt üfüren zevâtın bunun farkında olduğunu sanmıyoruz. Onlar işlerin basit bir mâcerâ filminde olduğu gibi, Bandırma Vapuru’nda sıcak bir yaz akşamı başladığını, esas oğlanın kılıncını çekip düşmanı denize dökmesiyle nemli bir güz sabahında sona erdiğini sanırlar… Bir de büyük düşmanlar bizi “Aman ille de barış yapalım, n’olur Akdeniz’den ötesine geçmeyin, lütfen Türkler!” diye ayaklarımıza kapanarak ısrarla dâvet etmişlerdir!

Madde bir: Bir kere “Lozan Sulh Konferansı” diye bir toplantı hiç olmamıştır! Türkiye’de resmen bu adla anılan toplantının gerçek adı “Yakın Şark İşleri Konferansı”dır. O sıralar dünyânın hâkimi olan İngiltere İmparatorluğu, müttefikleriyle masanın baş tarafına oturmuştur. Eğer İngiltere ve müttefikleri galip taraftaysa, Türkiye masanın ne tarafında olabilir?

Cevâbı meçhul olmayan bu soru, yerli mâcerâ filmi meraklılarına “Nayır, nolamaz!” dedirtebilir.

Türkiye’nin Lozan’da masanın galipler tarafına oturduğunu hiç kimse isbât edemez. Türkiye, Yunanistan’ı yenmiş, ama Birinci Dünyâ Savaşı’nı İngiltere ve müttefiklerine karşı kaybetmiş taraf olarak masaya oturtulmuş ve Osmanlıyı yıkması dikte edilmiştir. Dünyâ müslümanlarına Türklerin mağlûb olduğu böylece gösterilmiştir. İşte bu yüzden konferansın uluslararası resmî adı “Yakın Şark İşleri Konferansı”dır!

Konferansta, Türkiye, Arapların çoğunlukta olduğu bölgeler dışında, esas olarak Türklerle Kürtlerin çoğunluk teşkil ettiği sınırlar içinde bir hükümranlık alanı olarak düşünülmüştür. Türkiye heyeti de bunu savunmuştur. Netîcede, Mîsâk-ı Millî sınırları büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Elbette Antakya-İskenderun, Haleb’e kadar olan bölge ve bilhassa Musul-Kerkük bu sınırların dışında kalmıştır. Türkiye Musul konusunda iç kamuoyunun zoruyla ısrarcı olmuş, fakat mesele Lozan’da akim bırakılarak, İngilizler tarafından 1926’da Türkiye aleyhine çözülmüştür! Hani en “bağımsız, boyun eğmez” dış siyâset tâkip edildiği söylenen dönemde Türkiye de buna rızâ göstermiştir.
Türkiye müslüman ahâlinin devleti olarak kurulmuş, fakat Lozan’da kaşıkla veren dünyâ hükümrânı, bunu kepçeyle almak için İslâm’dan, Osmanlı’dan arıtma uygulamalarını şart koşmuştur!

“Bu, anlaşmanın neresinde yazıyor?” denilebilir.

Açık metinlerde böyle bir şey yok. Fakat İsmet Paşa döndükten sonra, “Biz Hıristiyan olmadığımız için istiklâlimizi vermek istemiyorlar.” demiş, bunun üzerine Ankara istasyonunda “Ne yapalım?” mevzûlu toplantılar yapılmıştır! Bu üst düzey toplantılarda bâzı çok meşhur “milliyetçi” zerzevat, “İslâm terakkiye mânidir, icabederse Hıristiyan bile oluruz.” demeye gelen lâflar etmiştir. Elbette sonunda Hıristiyan olunmamıştır, çünkü bu gayri mümkündür. Fakat, laik olunmuştur!..

O sırada, Türkiye’nin gayri müslim unsurları mübâdele ile göçürülmüş, yerine Yunanistan’dan müslüman unsurlar getirilmiştir. Ülkede farklılıkların fark edilmesini sağlayan unsurlar yok edilince, müslim-gayri müslim ayırımına gerek kalmamış, şiddetli bir düzmece Türk etnikliği siyâseti tutturulmuştur. Fakat bu “Türk” siyâseti, Kürtlerden çok Türklerin zararına olmuştur. Çünkü Cumhuriyet sonrasının “Türk siyâseti”, târihi, değerleri ve kimliği ile yaşayan bir Türk kavramı üzerine kurulmamıştır. Îcâd edilmiş, sentetik, toplum mühendisliği ile benimsetilen bir “Türk” siyâseti izlenmiştir.

Türkler bu süreçte, değerlerinden soyutlanmıştır. Dîninden, îmânından uzak tutulmuştur. Hattâ dilleri ellerinden alınmak istenmiştir. Kaç asırlık türkçe metinler, edebiyat ve yazı bir hamlede çöp sepetine atılmış, 1930’larda yeni bir alfabe, dil ve yeni bir târihle kurmaca bir Türk milleti oluşturulmak istenmiştir.

Küçük bir oligarşik zümre dışında, umûmen Türkler bu millet tanımının içinde olmamışlardır. Milliyet tanımlamasından din tamâmen çıkarılmış; dil, târih yeniden oluşturulmuş; geriye kala kala vatan kalmıştır!
Bu uygulamalardan önce, Türkler ve Kürtler arasında farklılık hangi alanlarda idi?

Din berâberliği, his beraberliği, gönül berâberliği iç içe idi. Dil, yâni “osmanlıca” denilen zengin dil, Türk’ün, Arab’ın, Fars’ın, Kürd’ün ve diğer Osmanlı ile hemhâl olmuş kavimlerin anlaşması için zengin bir kelime haznesi sunuyordu. “Öztürkçe” sırf türklerle anlaşma yolunu tıkamakla kalmadı, sözlüklerden tasfiye edilen ortak kelimeler yüzünden diğer müslüman kavimlerle anlaşmayı da güçleştirdi. 19. Yüzyıl, türkçeyi bütün müslüman kavimlerin dili hâline getirmişti. Denilebilir ki, o sıralar modern bilgilerle karşılaşmış hiçbir müslüman, türkçenin yabancısı değildi. Osmanlı sınırları içinde kalan Arap, Fars, Kürt bütün müslüman unsurların seçkinleri türkçe biliyordu.

İslâm düşmanlığı siyâseti ile nasıl büyük müştereklik zedelendi ise, öztürkçecilik yapılarak, ortak değerler reddedilerek de toplumun zihnî yapısına ağır hasarlar verilmiştir.

Yazar: D. Mehmet Doğan

24 Nisan 2012 Salı

AYA GİDİLDİMİ???



1.bölüm 2.bölüm 3.bölüm 4.bölüm 5.bölüm

MASONLUK(wikipedia)


Masonluk



Masonluğun Gönye ve Pergel'in ortasında yer alan G harfinden oluşan geleneksel amblemi
Masonluk, kökleri her ne kadar 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başlarına kadar dayanıyor olsa da, 24 Haziran 1717 tarihinde Londra'da bir araya gelen dört locanın girişimiyle Londra Büyük Locası'nın kurulması ile başlar.[1] Masonlara göre masonluk akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üst yapı kurumudur.[2] Ezoterik ve sadece üyelerine açık olan örgüttür. Dünyanın birçok ülkelerinde 5 milyon üyesi ile değişik biçimlerde mevcuttur. Sadece İngiltere, İskoçya ve İrlanda'da 480,000; Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 2 milyondan biraz daha az üyesi bulunmaktadır.[3][4] Masonluğun değişik kolları, arasında Masonluğun yapısal bir kuralı olarak duyurulan üstün bir yaratıcıya inanmanın da bulunduğu bazı moral ve metafizik idealleri paylaşırlar.[5]


Masonluğun ilk dönemlerdeki gelişimi biraz tartışmalı bir konudur ve tahminlere dayanmaktadır. 
İskoçya'da ilk Mason localarının 16. yüzyıl başlarında var olduğunu söyleyebilmek için kanıtlar bulunmaktadır,[6] ve İngiltere'de 17. yüzyılın ortalarında var olduklarına dair kesin kaynaklar mevcuttur.[7] Masonik Elyazması isimli şiir yaklaşık 1390 yılına tarihlenmiştir ve en eski masonik belge olarak bilinmektedir.[

İlk Büyük Loca(İngilizce:Grand Lodge of England), Londra'nın daha önceden faal olan dört locası akşam yemeği için bir araya geldiği 24 Haziran 1717 tarihinde kurulmuştu. Bu yapı, çoğu İngiliz Localarının katıldığı bir düzenleyici organa dönüştü. Ancak birkaç loca, yeni yapının bazı modernleştirmeleri tasvip etmesi ve Üçüncü Derece'nin oluşturulması gibi bazı kararlar almasına gücenerek 17 Temmuz 1717 tarihinde "İngiltere'nin Kadim Büyük Locası (Antient Grand Lodge of England-GLE)" isimli rakip büyük locayı kurdular. İki rakip Büyük Loca, 25 Kasım 1813 tarihinde "İngiltere'nin Birleşik Büyük Locası (İngilizce:United Grand Lodge of England-UGLE)" adı altında birleşinceye kadar "Modernler" (GLE) ve "Gelenekçiler(İngilizce:Atiens-Ancients)" diye anılan iki loca üstünlük için birbirlerine hasım oldular.

GLE'yi kuran Londra Locasının Merkezi
İrlanda ve İskoçya'nın Büyük Locası 1725 ve 1736 yıllarında ardısıra kuruldu. Masonluk 1730'lu yıllanda Gelenekçiler ve Modernlertarafından Kuzey Amerika'daki İngiliz Kolonilerine ithal edildi ayrıca İrlanda ve İskoçya Büyük Locaları pekçok bölgesel büyük localar altında organize olan kardeş localar kurdu. Amerikan Devrimi'nden sonra bağımsız ABD Büyük Locaları eyaletlerde kendilerini oluşturdular.

Felsefe

Masonlar arasında ortak bir felsefi tutum ve dünya ülküsünden söz etmek mümkündür. Masonlara göre masonluk: Bütün insanlar arasında, sevgi, hoşgörü ve kardeşliğin kurulmasını hedefleyen ve çalışmalarını hakikatin araştırılması yolunda yoğunlaştırmış bir fikir üst yapı kurumudur.[9] Masonlara göre, bir masonun amacı her bakımdan gelişmiş, ideal bir insan olmaktır. Bu doğrultu da masonik felsefe, daha iyi bir birey olmaya odaklanmıştır. Öyle ki masonlukta, kötü bir bireyi iyi bir birey haline getirme uğraşı söz konusu değildir. Nitekim masonlara göre, masonluk bir tekâmül sürecidir. Masonlar kendi aralarında kardeşliklerini ve bağlılıklarını dile getirmek amaçlı, birbirlerine karşı birader ya da kardeş olarak hitap ederler. Bununla beraber yine kendi aralarında mesaj niteliği taşıyan birtakım mottolar da kullanırlar. Bu mottolardan biri olan: "Audi, vide, tace" yani dinle, gör ve ketum ol anlamına gelen Latince motto, masonların genel yaşam biçimlerini şekillendiren tavrı özetlemektedir. Masonlar arasında; dinlemek, görmek yolunda bir adım olarak kabul edilmekte ve bu eylem neticesinde kişi yaşam üzerine düşünüp gerçeği kendi içinde aramaya başlamasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Masonlar arasında sık kullanılan bir diğer motto olan V.i.t.r.i.o.l. de ise yine aynı şekilde insanın içine bâtın bir yolculuğa çıkıp, kendi ve evren üzerine derin bir düşünceye sevk edilmesi gerektiği anlatılmaktadır.[10][11] Masonlar benzer bir düşünce sevkini, aralarına yeni katılan adayı bir gün boyunca sadece bir mumun yandığı ve bir kitap ile kuru kafanın bulunduğu karanlık bir odada ölüm ve yaşam üzerine düşündürmek amacıyla yalnız bıraktıkları mason adayına karşı gerçekleştirirler. Masonlukta genel olarak tanrıya Evrenin Ulu Mimarı denmesi, evrenin sistematik ve nizami bir şekilde ilerlediğini belirtmeyi amaçlar.[12] Ancak Skoç riti masonlarının aksine Fransız riti'nden olan Özgür Masonlar bir tanrı arayışını ve dogmatik gördükleri birtakım görüşleri kabul etmez ve sadece bilimselliğin ışığında yaşadıklarını ifade ederler. Masonlar aralarında sıkça kullandıkları ışık sözcüğü ise farkındalığa vesile olan aydınlığın asıl kaynağı olarak ele alınır.[13][14] Sonuç olarak masonlar, masonluğu dogmatiklikten uzak, akıl ve bilimin öncülüğünde belli erdem değerleri ile ideal insana giden tekâmül yolu ve de yetkinleşme sanatı olarak tanımlamaktadırlar.[15]

Operatif Masonluk 

Masonluk, Ortaçağ'daki ve Rönesans'taki zanaat örgütünün değişik bir biçimde devamı olarak ortaya çıkmaktadır. Operatif masonluk, duvarcılık mesleğini beden çalışmasıyla ve elle yapılan zanaatkarların kurmuş olduğu meslek birliklerinden ortaya çıkmıştır. Ortaçağ'da katedral ve kiliseleri inşa eden duvarcı ustalarına mason diye hitap edilmiştir. Bu zanaatkarların mesleki sırları saklamaları için aralarında kullandıkları sembolik anlamlar taşıyan kelimeler ve rumuzlar olmuştur. Aynı zamanda Tanrı'nın evini inşa ettikleri için halk ve din görevlileri arasında masonlar yani duvarcı işçileri kutsal olarak kabul edilmişlerdir. Operatif masonlar toplandıkları loncalarda çalışmalar yapıyorlardı. Aralarında Çırak, Kalfa ve Usta olarak belirlenmiş, becerilerine ve bilgi birikimlerine göre şekillenen bir derece sistemi mevcut olmuştur.

Şövalye Kökeni 

Masonluğun kökleri ile ilgili bir başka çokça tartışılan ve öne sürülen konu ise, Masonların, şövalye kökenli bir topluluk olması ile alakalıdır. Tapınak Şövalyeleri'ne 1307 yılında Vatikan veFransa başta olmak üzere çoğu Avrupa krallığı tarafından açılan açık savaşın ardından 1314 yılında İskoçya'nın İngiltere'ye karşı kazandığı Bannockburn zaferinde Tapınak Şövalyeleri'nin kendi kıyafet ve kılıçları ile İskoç kralı Robert Bruce'un yanında savaştıkları, tüm tarih kitaplarında yerini almış bir gerçektir. Rosslyn Şapeli başta olmak üzere Tapınak Şövalyeleri tarafından yapıldığı bugün net olarak bilinen nice kilise ve kale de, bahsekonu şövalyelerin bu dönemlerde Britanya'daki varlıklarını açıkça göstermektedir.
Yoğunlukla, Avrupa ve ABD'de çalışmalarını sürdüren çok sayıda Masonik rit ise Şövalye Masonluğu denen bir janrı kabul etmişler ve çalışmalarını Masonluğun şövalye kökenleri üzerine sürdürmeyi tercih etmişlerdir. Şövalye Masonluğu doğrultusunda çalışmayan ritlerin bile hemen hemen tamamı şövalyeliğe mutlaka bir atıf yaparlar. Örneğin, Türkiye'de de uygulanan, dünyanın en yaygın riti Skoç Riti'nin yüksek derecelerinin çoğunluğu şövalyelik üzerinedir ve şövalye isimleri taşır. İkinci en yaygın rit olan ve özellikle ABD'de yoğun olarak izlenen York Riti'nin en yüksek derecesinin adı Tapınak Şövalyesi'dir.
Masonların kullandıkları pek çok sembolün şövalyelerden gelmiş olması bir sır değildir. Örneğin, Masonların bazı törenlerinde kullandıkları kılıçlar, gerek şekilleri gerek anlamlarıyla bu geleneği yansıtmakta olan şövalye kılıçlarıdır.
Masonluğun köklerini şövalyelere dayandıran görüşlere göre, kimlikleri ortaya çıkan Tapınakçılar, kendilerine -daha önce kıta Avrupasında olduğu gibi- yönelebilecek saldırılardan korunmak için, duvarcı loncaları kimliğine bürünmüş, sembollerini ve çalışmalarını eski duvarcıların sembolleri ile birleştirmiş ve eski sembollerine bu yönlü anlamlar da yüklemiş, duvarcı kimliği ile kendilerini tanıtmışlar, fakat çalışmalarını ve esas yüzlerini her zaman, hatta sonradan aralarına kabul edilen ve henüz belli bir dereceye gelmemiş olan üyelerinden bile gizli tutmuşlardır. Belki bu yüzdendir ki, günümüzde halen izlenilmeye devam edilen Masonik ritlerde de şövalyeliği esas alan dereceler hep yukarılarda yer alır.
Masonluğun kökenleri ile ilgili konular bugün Masonların dahi kesin olarak görüş birliğine varabildikleri bir konu değildir. Farklı obediyans ve ritler, farklı görüşleri öne sürerler. Bugünkünden çok daha gizli olan geçmişlerinde herhangi bir yazılı kayıt tutulmamış olması bunun en önemli sebebidir. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın da dahil olduğu dünya düzenli Masonluğu da, Özgür Masonlar Büyük Locası'nın dahil olduğu obediyanslar da, ritüellerinde Masonluğun köklerini Operatif Masonlara dayandırır, ilk 3 derece ritüellerinde -şövalye yaşam tarzı denebilecek bir anlayışa atıfları saymazsak- şövalyelikten, ismen, bahis açmazlar. Şövalyelik kökleri ile ilgili konular yüksek derecelerde işlenilir.
Bu konuda kimse tarafından reddedilmeyen bir gerçek vardır ki, Masonluğun geçmişinde şövalyeliğin öyle veya böyle bir etkisini yok sayabilmek mümkün değildir ve Masonluk -eğer bütünüyle onlar tarafından kurulmamışsa- Ortaçağın ünlü şövalyelerine çok şey borçludur.

İlk Büyük Loca'nın Kuruluşu 


İngiltere Birleşik Büyük Locası'nın amblemi
24 Haziran 1717'de İngiltere'de 4 Loca bir araya gelerek, ilk Büyük Loca'yı, İngiltere Büyük Locası'nı kurdular. Kısa zaman içinde İngiltere'deki diğer Locaların da katılması ile genişlemiş ve 1723 yılında Büyük Loca, geleneksel ve kadim yasalarını derleme görevini Protestan bir Rahip olan James Anderson'a vererek ilk yazılı anayasasını oluşturdu ve Masonluğun, ara vermeden sürdürülecek olan, yazılı tarihi ve ilk yazılı yasaları böylece resmen başlamış oldu. Anderson Anayasası (veya Anderson Yasaları veya Nizamnamesi) adı verilen bu kuralların ana hatlarına, bugün halen dünya düzenli Masonluğunca riayet edilmektedir. Her ne kadar Anderson Anayasası kısa süreli bir anlaşmazlığa yol açmış ve York Locası'nın önderliğinde bir grup İngiltere Büyük Locası'ndan ayrılarak ayrı bir Büyük Loca kurmuş olsa da, ancak 1813 yılında bu iki Büyük Loca tekrar bir araya gelerek, bugün varlığını halen sürdüren ve düzenli Masonluğun ilk Büyük Locası olarak kabul edilen İngiltere Birleşik Büyük Locası'nı oluşturmuşlardır. Geleneksel olarak, günümüzde de sürdürüldüğü şekliyle, İngiltere Birleşik Büyük Locası Büyük Üstatları kraliyet ailesi ile soylu dük veya lordlar arasından seçilir.

Türkiye'de Masonluk 

Türkiye'de Masonluğun tarihi çok eski zamanlara, 18.yüzyılın sonlarına kadar uzanır. Bu dönemlerde, Osmanlı toprakları üzerinde çok sayıda İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, İskoç ve İrlanda Locasının varlığı bilinmektedir. İlk başlarda sadece yabancılardan oluşan bu localar, zamanla aralarına Türkleri de kabul etmeye başlamışlar ve belirli sayıya ulaşan Türkler kendi Localarını kurmaya başlamışlardır. 1861 yılında Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti ilkeleri ile çalışmaya başlayan Şûra-î Âlî-i Osmanî (Osmanlı Yüksek Şurası) kurulur ve ilk Hakim Büyük Amirlik görevini Prens Mehmet Abdülhalim Paşa üstlenir. Mithat Paşada üyeler arasındadır ve 1876 yılında Sultan Abdülaziz'e karşı, 1908 yılında da Sultan II. Abdülhamit'e karşı gerçekleştirilen askeri darbeler bu mason locasında planlanmıştır.
İttihat ve Terakki'nin iktidara gelmesinden sonra kısa sürede çoğalan bu Türk locaları yeterli sayıya ulaşarak kendi obediyanslarını oluşturmaya başlarlar ve 1909 yılında da, bugün Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası olarak bilinen ilk Türk Büyük Locası'nı kurarlar. Kurucular olarak, tamamı 33. derecede olan Mehmet Talat Bey (Talat Paşa), Mehmet Cavit Bey, Rahmi Bey, Mithat Şükrü BledaRıza Tevfik Bölükbaşı, Nesim Mazliyah, Mişel Noradunkyan, David Kohen, Osman Adil, Asim Bey, Mehmet Arif, Fuat Hulusi Demirelli, Mehmet Galip,Hüseyin Cahit Yalçın, Osman Talat, Sarım Kibar, Katipzade Sabri, Emanuel Karasu, Mehmet Ali Baba ve Faik Süleyman Paşa isimleri günümüze ulaşmıştır.
1935 yılında Türk Masonları, meclis içerisinde kendileri aleyhine cereyan eden anti-Masonik hareketler üzerine, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve İsmet İnönü'in özel doktoru Mim Kemal Öke'nin başı çektiği Masonlar, çok yakın oldukları İsmet İnönü ile görüşürler ve sonucunda, derneği bütünüyle kapatma yerine, bu hezeyan geçene kadar çalışmalarına ara vermeyi, Masonik tabir ile uykuya yatmaya karar verirler. Bahse konu, Masonluk karşıtı hareketlerin başını çeken Mahmut Esat Bozkurt'un önceki yıllarda Mason olmak istediği, Necat Locası'na aday olarak önerildiği ve talepnamesini kendisi doldurduğu, fakat yeterli görülmeyerek başvurusunun kabul edilmediği göz önüne alındığında, bu Masonluk karşıtı hareketin sebebi daha net biçimde anlaşılabilecektir.
Uykuya yatma döneminde Masonlar çalışmalarına sadece resmi olarak ara vermişler, kendi aralarında toplanmaya devam etmişlerdir. 1948 yılında, resmen çalışmaya tekrar başlamışlar ve yeni patent numaraları ile yeni Localar kurmaya başlamışlardır.
Türk Masonluğu ise, çeşitli sebeplerle, 1965 yılında ayrılmış ve o güne kadar sadece Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası var iken, 1966 yılında Özgür Masonlar Büyük Locası da ortaya çıkmıştır. Hür ve Kabul edilmiş Masonlar Büyük Locasından çeşitli sebeplerle ayrılan az sayıdaki Mason, özellikle Tanrı kavramına bakış açısından düzenli Masonlukla temelden bir farklılığa sahip bulunan ve bu yüzden dünya düzenli Masonluğu tarafından dışlanmış bulunan Fransız Riti'ne uygun olarak çalışan Özgür Masonlar Büyük Locası'nı kurmuşlardır. O senede var olan yüksek dereceler ise doğrudan Özgür Masonlar Büyük Locasına bırakılır, ve Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'ne bağlı düzenli yüksek (felsefi) dereceleri yeniden usulüne uygun olarak kurulmasını sağlar ve Türkiye Yüksek Şurası da, tıpkı Büyük Loca gibi, dünya düzenli Yüksek Şuraları tarafından resmen kabul edilen Türk şurası olur. Bugün çalışmalarını Türkiye Fikir ve Kültür Derneği adı ile yürüten düzenli Türkiye Yüksek Şurası'nın kuruluş tarihi 1861 yılına tescillenmiştir.
Türkiye'de düzenli veya düzensiz, tüm Masonik aktivitieler resmi hüviyetle ve yasalara uygun olarak faaliyet göstermektedir. Günümüzde, yaklaşık 14.500 üyesi ile Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, veya Türkiye Büyük Locası, Türkiye'nin ilk, en büyük ve tek düzenli Büyük Locasıdır. 6.800 üyeye sahip Özgür Masonlar Büyük Locası ve bu oluşum tarafından kurulan 700 üyeli Kadın Mason Büyük Locası da Mason ismi ile çalışan diğer derneklerdir.

Derece Sistemi 


En üstünde mason simgesi bulunan İnsan Hakları Beyannamesi
Genel olarak 33 dereceli bir sistemin çeşitli tarikat ve cemiyetlere bağlı kimseleri aynı localarda çalıştırmak amacı ile Elias Ashmole'nin düşündüğü kabul edilir. Ashmole, bu sistem içinde, insan düşüncesinin çeşitli dereceleriyle ilgili bilgileri bir gelişim içinde anlatmak, uygulamak amacını gütmüştür. Fakat 33 dereceli sistemi Ashmole'den önce Fransız Masonlarının düşündüğü ve Dante'nin, düşüncelerinden yararlanarak hazırladığı da Jean Palou gibi bazı masonluk tarihini inceleyenler tarafından ileri sürülmektedir. Derecenin bulucusu kim olursa olsun, gerçek olan bugün için 33 derecenin geniş ölçüde kabul edilmiş olması ve belirli görüşleri ve öğretilere işaret etmesidir. Yalnız Ashmole'nin önerdiği 33 derecenin gruplandırılması ile şimdiki gruplandırma arasında fark vardır. Ashmole, 33 dereceyi dört gruba ayırmıştır. Birinci grup 1-3. dereceleri içerir. Operatif Masonluğun çırak-kalfa-usta derecelerine gelmektedir, ikinci grup, 15 dereceli olacaktır ve geçmişe ait bütün ananeler parça parça açıklanacaktır. Esası Rose-Croixlardan alınmıştır. Üçüncü grup 13 derecelidir ve Templier Şövalyelerinin geleneklerini yansıtmaktadır. Sonuncusu dördüncü grup, Simyagerlerden alınmıştır ve bütün derecelerin sentezini belirtmektedir. Ashmole'nin bu ayrımına karşılık, şimdiki 33 derece 7 kısma ayrılmaktadır.
Türkiye'deki Mason Localarının da kabul ettiği İskoç Ritüeline göre masonluk 33 derece üzerine düzenlenmiş bulunmaktadır. Her derece belirli bir öğretinin temelini oluşturmaktadır ve kendine özgü sembolleri, kutsal kelimeleri, ritüeli ve ikaf töreni vardır.
Masonlukta 33 derece her zaman kabul edilmiş değildir. Eski Operatif masonlar, yalnız çıraklık ve kalfalık arkadaşlık sınıflarını kabul etmişlerdir. Ustalık ise bir derece olmayıp, yalnızca bir yöneticiliktir. Bu yöneticilik, likayat ve ehliyet esaslarına dayanmıştır. Masonluğun fikri çalışmalar durumunu almasından, Londra Büyük Mahfilinin kuruluşundan sonra da, iki derece kabul edilmiştir. Buna karşılık Ramsayın reformcu davranışları ve mükemmel üstatlar mahfili kurmak isteği, dördüncü dereceyi ortaya çıkartmıştır. Bu arada, masonluğun yalnız Hristiyanlık etkisinde kalmadığını göstermek için, o çağda (XVII. yy.) var olan bütün dini ve fikri temayülleri masonluk içinde temsil ettirme endişesi, birdenbire dereceleri 91'e kadar çıkartmıştır. 1758 yılında, II.Frederick (1712-1786), 33'lüler Süprem Konseyi kurmayı ve İskoç ritinin muntazam bir dereceler sistemine kavuşmasını istedi. Sonunda, 1800 yılında, ilk defa bir 33'ler konseyi Charleston'da kuruldu. Bu konseyden yetki alan masonlar, 1804 yılında Fransa'da, 1805'de italya'da, 1813 yılında Kuzey Amerika'da, 1817'de Belçika'da, 1824'te de İrlanda'da, 1829'de İskoçya'da ve 1861'de Türkiye'de, 33'ler konseyi kurmuş ve 33 derece hemen hemen ortak bir derece sistemi olmuştur. Buna rağmen günümüzde, yalnız dört dereceyi uygulayan bazı Alman Ritleri vardır.
Farklı bir dernek hüviyeti altında ve farklı bir yerde toplantılarını gerçekleştiren, 3. derecesinin üzerindeki dereceler için rit adı verilen Masonik yollar ve öğretiler izlenir. Bu ritlere katılmak veya katılmamak Üstat derecesine sahip Masonların kendi isteklerine kalmış bir seçimdir, zorunlu veya yapılması gereken bir yükümlülük değildir. Bu derecelerin çalışmaları, Masonluğun ilk üç derecesinde verilen öğretilerin gizlerine ve sırlarına daha vakıf olabilmek için yapılan araştırmaların yanı sıra yüksek felsefi ve spiritüel çalışmaları da içinde barındırır.

"Ateş Evi" olarak bilinen bir Masontapınağı. Genellikle Skoç riti düşüncesine sahip Masonlar için hizmet vermektedir.(Washington, D.C.ABD, 12 Ocak 2009)
Türkiye'de de takip edilen 33 dereceli Skoç Riti dünya üzerinde en fazla üyeye sahip olan ve bu yönüyle en fazla tercih edilen felsefi dereceler ritidir. Onu, özellikle ABD'de geniş bir kesimce benimsenen York Riti takip etmektedir.
Dünya üzerinde var olan çeşitli ritler içerisinde 99 dereceli Memfis-Misraim Riti gibi yoğun bir çalışma gerçekleştirenleri var olduğu gibi, tek dereceden oluşan bazı ritler de vardır.
Herhangi bir ritte, dördüncü derece ve yukarısına devam edebilmek için Büyük Loca'ya bağlı olarak çalışan düzenli bir Locada Üstat derecesine sahip olmuş olmanın yanı sıra, bu ana Loca ile ilişkilerinin herhangi bir dönemde düzensiz olmaması ve yükümlülüklerinin aksatılmadan yerine getirilmesi gerekir. Kendi Locasında düzensiz ilan edilen bir üyenin, yüksek derecelerdeki üyeliği de otomatik olarak düşer. Ayrıca bu localarda sadece erkekler ve akraba olmayanlar bulunmaktadır.

Masonluktaki dereceler [değiştir]

1. Derece: Çırak
2. Derece: Kalfa
3. Derece: Usta
4. Derece: Ketum Üstat
5. Derece: Mükemmel Üstat
6. Derece: Sır Kâtibi
7. Derece: Nazır
8. Derece: Bina Emiri
9. Derece: Dokuzlar’ın Seçilmiş Üstadı
10. Derece: Onbeşler’in Seçilmiş Üstadı
11. Derece: Yüce Seçilmiş Şövalye
12. Derece: Üstat Mimar
13. Derece: Solomon Krallığı’nın Şövalyesi
14. Derece: Yüce Üstat (Kutsal Kubbe Büyük Seçilmişi)
15. Derece: Doğu Şövalyesi (Kılıç Şövalyesi)
16. Derece: Kudüs Prensi
17. Derece: Doğu ve Batı Şövalyesi
18. Derece: Salipverdi Şövalyesi (Güllü Haç Şövalyesi)
19. Derece: Büyük Pontif (Yüce İskoçyalı)
20. Derece: Düzenli Locaların Büyük Saygıdeğer Üstadı
21. Derece: Prusya Şövalyesi
22. Derece: Lübnan Prensi (Krali Balta Şövalyesi)
23. Derece: Sır Sandığı Başkanı
24. Derece: Sır Sandığı Prensi
25. Derece: Tunç Yılan Şövalyesi
26. Derece: İskoçyalı Papaz (İnayet Prensi)
27. Derece: Kudüs Tapınağı’nın Hakim Amiri
28. Derece: Güneş Şövalyesi
29. Derece: Saint Andre Büyük İskoçyalısı
30. Derece: Seçilmiş Büyük Kadoş Şövalyesi
31. Derece: Büyük Müfettiş Kumandan
32. Derece: Kutsal Sır Yüce Prensi
33. Derece: Hâkim Büyük Genel Müfettiş
(ALINTIDIR)